Negatif duygular sadece dünyaya bakış açımızı şekillendirmiyor, bizi de yavaş ama kesin bir şekilde dönüştürüyor.
Dünya sorunlar ile boğuşuyor.
Gelir dağlımı adaletsizlikleri, hastalıklar, eşitsizlikler, dışlanma.
Türkiye’nin de kendine has çok sorunu var.
Bu dünya biraz toparlanır mı diye sordukça, karşı karşıya kaldığımız riskler daha da çeşitlenir hale geldi.
Araştırmalarda insanların yüzde 61’i dünyanın gidişatı ile ilgili kaygılı, yüzde 23’ü de endişeli olduğunu söylüyor. Toplamı yüzde 84. Bu korkunç bir duygusal çöküşe işaret.
İyimserim diyenlerin oranı sadece yüzde 4. Pozitif-Nötrüm diyenlerin oranı ise yüzde 12.
Bu negatif duygular sadece dünyaya bakış açımızı şekillendirmiyor, bizi de yavaş ama kesin bir şekilde dönüştürüyor maalesef.
Mevcut gerçekliğimizi nasıl algıladığımızda büyük bir erozyon söz konusu.
Araştırmalarda bu erozyonu en çok da beyaz yakada görüyoruz.
İyi haber, beyaz yaka bu erozyonun farkında ve bu da onu arayışlara itiyor.
Beyaz yaka bu erozyondan çıkma arzusunda ancak alacağı riskin katsayısını da sürekli düşürdüğünü görüyoruz. Bu da maalesef kötü haber.
Duygusal riski düşük hayaller kurmaya başladı beyaz yaka. Bir tane daha hayal kırıklığı kaldıramayacaklarını düşünüyorlar herhalde.
Son yaptığımız araştırmanın birinde, bir beyaz yaka ile görüşmemde, kuyuya salınmış gibi hissediyorum ama ne boğuluyorum ne de çıkabiliyorum demişti.
Bu metafor beni hayli etkilemişti.
Dünyanın bu halleri ile yüzleştikçe umutsuz olmayı da reddediyorum.
Aslında daha iyi hissetmek için, daha iyimser bakabiliyor olmamız için öncelikle hepimiz ülkemizin neye ihtiyacı var sorusunu sormamız lazım.
Kendimizin hangi alanda iyi olduğumuz ve nasıl katkıda bulunacağımızı saptamamız lazım.
Neye tutku hissettiğimizi bulmamız lazım.
Beyaz yaka tam da buralarda dönüyor bu aralar.
Beni mutlu eden bir oran paylaşayım; beyaz yakanın yüzde 58’i “insani değerlerimizin bozulduğunu düşünüyorum, bu konuda bir şey yapmak istiyorum” diyor.
Girişimci olmak isteyenlerde de sosyal girişimciliğin yükselişte olduğunu görüyoruz.
Karanlıkta yön ve anlam arayışı içindeyiz. Yaşanan dev sessizlikte hepimiz durup kendimize baş başa olmak ve biraz kendimizi dinlemek istiyoruz.
Dünyanın bilinen ve alışık olunan tüm insani pratiklerinden ve normlarından bu dev kopuşu, bende yeni dünya düzenini kabul etmemeye ve bir anlam arayışına neden oluyor.
Bakmayın buradan oranlarla yüksek perdeden konuştuğuma, bu arayış benim de kalbimde bir yara. Ben de dünyayı, hayatımı, katkılarımı sorguluyorum elbet.
Hatta en son Dialogue in the Dark’ın (Karanlıkta Diyalog) mucidi Dialogue Social Enterprise davetlisi olarak Hakan Elbir ile sırf bu arayışım için Hamburg’a gittim.
Hakan Elbir İstanbul Diyalog Müzesi’nin kurucusu. Hâlâ gitmediyseniz, mutlaka gidin görün.
Hamburg’da tüm dünyadan sosyal girişimcilerle bir araya geldim.
Speicherstadt’taki Dialoghaus tamamen saygıyla ilgili bir müze. Eksikliklerden ziyade becerilere odaklanarak insanları eğlenceli bir şekilde birbirine bağlamayı mucizevi bir şekilde başarıyor.
Özetle ruh doyuruyor.
Yapay zeka ile yeni kurguladıkları bir deneyim olan, “TimeShift – Yarına Yolculuk” ile yarının kapılarını aralamama da izin verdiler. Tanıdık olduğunu, bildiğimi zannettiğimiz dünyayı yeniden keşfetmek beni çok sarstı.
Müzeden çıkarken, evet kuyular var ama kuyulardan çıkış da var, çıkanlar da var dedim.
Var, umut kesinlikle var…