Akan Abdula

Sosyal Medya :

Son haftalarda başımıza gelen her şey, kümülatif olarak güven duygumuzu sarstı. Evimize, medyaya, yardım kaynaklarına bile olan güvenimiz derinden sarsılmış durumda. İçinde yaşadığımız hayatı kapsayan ulusal atmosfer, toplumsal güvene bir saldırı gibi hissettiriyor.

Ve ne yapsak iyi hissedemiyoruz.

Kendi güven yaramızı kendimiz saramıyoruz; çünkü güven, bizim çekirdek hayatımızın bittiği yerden başlaması gereken bir duygu.

Böyle bir güven erozyonuyla karşı karşıyayken, insanlığımıza dair her şey kırmızı alarmla değişiyor.

Deprem sonrasında Türkiye’de motivasyon sıralamasında “güven” yine zirveye tırmanmış durumda.

Pandemi sonrasında hayatımızı domine eden motivasyonlardan “spontanlık” ve “sosyalleşme” depremden sonra düşüşe geçti ve yeniden “güven” ve “kontrol” arayışına geri döndük.

Markalar genelde bu deprem sürecinin başlarında iyi sınav veremediler.

Hatalar olur, insanlık hali.

Ancak hatalar olunca, markanın bu kadar hızlı zarar görmesi, ondan önceki süreçleri de doğru yönetemediğimizin göstergesi.

Peki nerede hata yaptık?

Sağlıklı bir marka ve insan ilişkisi inşa edemeden, “lovemark” olmayı önceliklendirdik.

İlk krizde de tüketici “aşkın yalanmış” dedi. Çünkü kurmaya çalıştığımız aşk ilişkisi sağlıksızdı, herhangi bir temeli yoktu.

Çok sayıda markamız geçmesi gereken süreçlerden geçmeden, direkt aşk markası olmaya yürümüştü. İşte o markalar bu depremde en çok sarsılan markalardı.

Aşkları yüzeysel olduğu için, derin bir güven ilişkisine dayalı olmadığı için bugün de ciddi bir kimlik kriziyle karşı karşıya kaldılar. Açık konuşmak gerekirse, bile bile lades oldular.

Edelman’ın 2 yıl önce pandemi döneminde yaptığı araştırma, tüketicilerin marka seçerken, güvenin duygusal bağdan daha önemli olduğunu söylediğini ortaya koyuyor.[1]

Yani aşk markası seviyesine ulaşmak için, önce bir güven sürecinden geçmeniz gerekiyor.

Oysa bizim markalarımızın bir kısmında böyle bir süreç yok.

Hatta daha da ilginci, çok sayıda markamız bazı temel marka esaslarını tamamlamadan, anlam markası olmaya bile giriştiler. Güven oturmadan, aşk markası oldular, sonra bu da yetmedi, daha da büyük büyük şeylerin peşine düştüler “anlam markası” olacağız dediler.

Bir dur nefeslen, ruhunun geride unuttun ey marka

“Trust brand” olmak için öncelikle markanın geniş ölçekte hayata nasıl yansıdığını tanımlaman gerekiyor.

Ancak insanların hayatındaki izdüşümümüz kategorinin ötesine geçtiğinde ve gündelik hayatta fark yaratmaya başladığında güven verebilirsin.

Sadece işini iyi yapman da güven vermeni sağlamıyor.[2]

İçinde bulunduğun kültürü ileri taşımayı kendine dert etmen gerekiyor. Tutarlı olman gerekiyor. Şeffaflık ve hesap verebilirlikle aksiyon aldığını hissettirebilmen de şart.

İletişime pazarlama eforu, markanın var oluş amacına sosyal sorumluluk projesi gibi bakmaya devam edersek, içinde bulunduğumuz güven krizinde tüketicilerin bizlerden beklediğine yanaşmamaya devam edeceğiz.

Şu an içinde bulunduğumuz durum alınacak derslerle dolu.

Adım adım inşa edeceğiz. Güveni de. Aşkı da. Anlamı da.

Her şeye sabırla yaklaşacağız.

Çünkü “-mış” gibi yaptığımız her şey eninde sonunda yıkılıyor.


[1] https://www.edelman.com/trust/2021-brand-trust/new-brand-truth

[2] https://www.edelman.com/trust/2021-brand-trust/new-brand-truth

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir