İçinde bulunduğumuz zaman, bir türbülans dönemi. Peki türbülans ve kaos hep kötü mü? Prigogine’nin dediği gibi kaos, yeni yaşam formlarının doğumudur. Eski hikayeler nasıl bizi buralara kadar getirdiyse, yeni hikayeler de bizi geleceğe taşıyacak. Türkiye büyük bir ‘kültürel sürtünme’ döneminde. Yeni kimliklerin doğuşunu anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacımız var. Bu yeni kimlikleri anlamadan Türkiye’yi anlayamayız. Türkiye’yi seviyorsak yeni hikayelere kucak açmalıyız.
Aşırı belirsizlik zamanlarından geçiyor ülkemiz. Bu cümleyi kurduğumda, ilk aklınıza gelenin ekonomi olduğunu tahmin edebiliyorum. Ancak hayır, ekonomiden bahsetmiyorum. Aksine, insanımız için ekonomi bir belirsizlik konusu değil. Başımıza gelecek her şeyi doğru öngörebildiğimiz şartlarda, nesi belirsiz olsun ki ekonominin?
Asıl belirsizlik, çok daha derin bir yerde gizli.
Konuşmamız gereken şey, bize toplumsal rehberlik eden hikayelerimizin bugünü ve yakın geleceğimizi anlatmaktaki yetersizliği. Mevcut rehber hikayelerimiz, yakın geleceğin Türkiye’sini açıklamıyor. Yeni Türkiye’yi eski referanslarla anlamaya çalışıyoruz ama olmuyor.
Eski hikayeler ülkemizi nasıl anlatıyor ve hâlâ geçerli mi?
Türkiye’yi anlamak için uzun zamandır kullandığımız bir rehber var. O rehber, Türk kültürünün kolektif olduğunu söylüyor. Kamusal savunuculuk güçlü, ortak değerlere sadakat yüksek.
İnsanlar ait oldukları toplulukta güven buluyor. Oradan çıkmayı reddediyor.
Uyum sağlamak, bir tür hayatta kalma stratejisi. Uyum sağladığımız için birbirimize bağlıyız, ulusal koşullardan da kolayca etkileniyoruz.
Ama aynı zamanda geleceği planlamıyoruz. Hayatı uzun vadeli değil, kısa vadeli düşünüyoruz.
İlişkilerimiz her şeyin önünde. Kiminle konuştuğumuzu, nasıl davrandığımızı, hangi topluluğa dahil olduğumuz belirliyor. Bu nedenle hümanist değerler, duygular ve özellikler en azından tutumlarımızda sistematik öneme sahip ve sosyal etkileşim sürecini belirliyor.
Bu hikayeler yıllarca bizi tanımladı.
Peki bu hikayeler doğru mu?
46 yaşında olan beni tanımlamak için kesinlikle doğru, 20 yaşında olanları tanımlamak için hayır.
Bu hikayeler yeni jenerasyonları anlatmakta artık başarılı değil. Dünya değişti. Türkiye de değişti. Bu değişim, bizim eskiden rehber olarak gördüğümüz her şeyin kısmen işlevsiz hale gelmesine neden oldu.
Bizim nesle kimliğini bulduran şey “uyum”du
İçinde bulunduğumuz zaman, büyük bir türbülans dönemi.
Peki türbülans ve kaos hep kötü mü?
Belçikalı kimyager Ilya Prigogine kaosun bir düzensizlik değil, şekillenmemiş bir yaşam olduğunu söyler. Kaos, içinde gizli bir potansiyel taşır. Yeni bir şeylerin doğumuna olanak sağlar.
Türkiye de tam olarak böyle bir dönemde. Eski hikayeler, yeni yaşam formlarını anlatmakta yetersiz.
Peki bu türbülansın içinden doğacak olan şey nedir? Yeni hikayemizi nasıl yazacağız?
Benim jenerasyonum, kimliğini uyum sağlama üzerinden buldu. Ya buraya ya da oraya aittik. Üçüncü bir seçeneğimiz yoktu. Siyasal kimlikler de netti. Siyasal kutuplaşma sonucu bu kimlikler daha da kemikleşmişti. Kolektif değerler güçlüydü. Toplumsal çatışma, hayat tarzlarını keskin hatlarla ayrıştırmıştı.
Ancak yarının Türkiye’si çok farklı.
Karşımızda yeni Türkiye gerçekliği
Megaşehirlerin sayısının hızla artacak olması… Barınma krizinin tüm Türkiye’ye yayılacak olması… Megaşehirlerin metrekareleri küçültmesi, aile yapılarının değişmesi… Çocuk sayılarının korkunç hızda azalması, genç nüfusun sürdürülebilir olmaması… Evlilik yaşının artması… Çocuksuz evli çiftlerin rekorlar kırması… Tek kişilik hanelerin 5 milyonu geçmesi, yalnızlaşmanın artması… Kolektif değerlerin, bireysel değerlerin yükselişiyle yer değiştiriyor olması… İnsanların artık “kendine” dönüyor olması.
Egosantrizmin artık ayıp olmaması…
Aidiyet duygusu, yerini bireysel keşiflere ve akışkan kimliklere bırakıyor.
Erteleme, motivasyon eksikliği ve gelecek kaygısı, insanları eski hikayelerden daha da koparıyor.
Geleneksel değerlere bağlı olanlar bile, değişimden kaçamayacaklarını kabul ediyor.
Hayat tarzları arasındaki keskin çizgiler, yerini akışkan ve geçişken yapılara bırakıyor.
İnsanlar, her iki dünyanın da (manevi ve maddi) en iyisini istiyor. Gelenekseli ve yeniliği bir arada deneyimlemeyi talep ediyor.
İşte tüm bu durum, büyük bir soruyu gündeme getiriyor: “Biz” dediğimizde gerçekten kimi kastediyoruz?
Bizler yeni “bizleri” yeterince tanımıyoruz.
Güncel anlama rehberleri ve Fişekhane örneği
Türkiye büyük bir kültürel sürtünme döneminden geçiyor. Yeni kimliklerin doğuşunu anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacımız var. Çünkü her şey, özünde kimlikten doğar. Yeni kimlikleri anlamadan Türkiye’yi anlayamayız.
Türkiye’yi, onun evlatlarının sorumluluğunu üstlenecek kadar seviyor muyuz?
Seviyorsak onu yeniden anlamaya, eski hikayelerden kopup yeni hikayelere kucak açmaya hazır olmak zorundayız.
Bu makaleyi okuyan herkesin Türkiye’yi sevdiğinden eminim. Bu sevgi, onu anlamak için de bir çaba göstermeyi gerektirir.
Çünkü kimlik sadece bireyin kendini nasıl gördüğünü değil, aynı zamanda başkalarının onu nasıl gördüğünü ve bu algıların birey üzerindeki etkilerini de içerir. Toplum, birey üzerinde büyük bir görünmez baskı kurar.
Şimdi, Türkiye için yeni bir hikaye yazma zamanı.
Bu hikaye, üç temel unsuru içermeli:
1 Yeni bağlantılar kurmak ve yeni hayat tarzlarına empati duymak: Gençlerimiz arasındaki bağlar güçlendirilmeli. Empati, bireyler ve topluluklar arasında köprü olmalı.
2 Toplumun yeniden tanımı: “Biz” dediğimizde kimi kastettiğimizi yeniden netleştirmeliyiz.
3 Sorumluluk duygusu: Türkiye’yi seven insanlar olarak, onun geleceği ve yaşam alanları için sorumluluk almalıyız.
Doğmayı bekleyen yeni hikayeler için örnek bir yaşam alanı olarak bu aralar Fişekhane’ye çok taktım.
Vaktiniz varsa bir hafta sonu uğrayın ve gençleri gözlemleyin. O akışkanlığı orada göreceksiniz.
Kutuplaşmanın nasıl bir sonla biteceğini orada anlayacaksınız.
Prigogine’nin dediği gibi kaos, yeni yaşam formlarının doğumudur. Eski hikayeler nasıl bizi buraya kadar getirdiyse, şimdi de yeni hikayeler bizi geleceğe taşıyacak. Bu hikâye, Türkiye’nin yeni yüzünü anlamak ve ona kucak açmakla başlayacak.